“Tahmin edilenin üzerinde dinleyicisi var”
Nursel Duruel, radyo oyununun Türkçe edebiyattaki yeri üzerine söz söylediği “Çok Sevilen Az Bilinen Bir Edebi Tür: Radyo Tiyatrosu” başlıklı yazısını şöyle noktalar: “Şimdi yeni bir dönemeçte radyo oyunu. Son yıllarda dünyada yeniden ilgi odağı olmaya başladı. Bizde de farklı kıpırtılar var. Artık internet yayıncılığı devrede. Uygulamalara ruh verecek olanlar ise yine edebiyatçılar,” (Kitap-lık, Mart 2004 sayısı). Radyonun gücüne ve sihrine inanan, uygulamalara ruh katmak için hâlâ bu sihirli kutu için ürünler vermeye devam eden isimlerden biri de Hikmet Temel Akarsu. Radyo oyununun ihmal edilmiş bir edebi tür olduğunu düşünen ve seve seve bu alanda yazmaya devam eden Akarsu’ya kulak verelim:
“Radyo tiyatrosu denince, ‘Neydi o günler…’ nostaljisine gömülmek istemeyenlerdenim. Çünkü radyo tiyatrosu benim için hâlâ cari bir sanatsal etkinlik. Radyo oyunu da yazıyorum, daha çok en sevilen radyo draması olan Arkası Yarın da… Ne yazık ki bunlar sadece TRT’de değerlendiriliyor. Diğer radyo kanallarının sanatsal olan herhangi bir şeye emek vermek ya da kaynak ayırmak gibi bir düşüncesi yok. Hoş, TRT’nin de ne düzeyde ilgi gösterdiği apayrı bir tartışma konusu ya… Bir zamanların rakipsiz düzeyde yaygın izlenen draması olan radyo tiyatrosu ve Arkası Yarın metropollerdeki sanatsal çevrelerde küçümsense ve sona ermiş gibi gözükse de aslında hâlâ çok yaygın ve etkin. Çünkü uydu teknolojisi ile yayın yapan TRT radyolarının hemen hemen Batı Avrupa’dan Çin sınırına kadar her yerde erişilebilir olması ve bilhassa çalışma ile eşzamanlı dinlenme olanakları dolayısıyla, radyo dramaları günümüzde de ev kadınlarının, esnafın, tekstil gibi hafif sanayi işçilerinin, emeklilerin ve genç kızların vazgeçemediği sevgilisi. Tahmin edilenin üzerinde dinleyicisi var ve son dönemde bunlara internet ortamındaki yayınlar da eklenmiş durumda.
Radyo tiyatrosu ile edebiyatın kesişen yolu
‘Radyo tiyatrosu’ başlıklı bir bağlam açıldığında, ilk başta onun edebiyat anlamındaki önemini vurgulamak ve radyo oyunu yazarlarının bazı sorunlarına değinmek isterim. Bilindiği gibi, görsel-dijital çağla birlikte görüntü ve görsellik bombardımanına tutulduk. Sayıları milyonları bulan sinema filmleri, dizileri, televizyon dizileri ve dramalar her tarafı delicesine kaplamış durumda. İşin dahası da var. Bunlar, pek çok büyük edebiyat yapıtını da kendi formatlarına dönüştürerek görselleştirmekte, sinemalaştırmakta. Peki böylesi bir kolaylık varken insanlar neden okusun, neden kitap satın alsın, neden edebiyatın zahmetli, dikenli yollarında paralansın? İşte radyo tiyatrosu ve edebiyatın bu noktada yolları kesişmektedir. Edebiyat tüm bunların hepsinden önemlidir. Çünkü tamamen görselleştirilmiş bir drama insandaki hayal gücünü yok eder, onun imajinasyonunu tembelleştirir, yaratıcı düşüncesini, soruları ve sorunsalları yok eder. Çünkü her şey anne (yönetmen) tarafından adeta çiğnenip çocuğun ağzına koyulmuştur. İşte insanlık kültürünü öğüten, törpüleyen ve sıradanlaştıran, bu tarz sanatsal formların kapsayıcı olmasıdır. Kuşkusuz soru sormayı, merakta bırakmayı, açık uçlu sonları ve aykırı anlatım tekniklerini diri tutan az sayıdaki yaratıcı yönetmeni bu noktada tenzih etmek gerekir.
“Dramatik anlatı, insanı sinemadan çok edebiyata yaklaştırır”
Kısacası her şeyin görselleştirilerek sunulduğu sanatsal formlar yaratıcı düşüncenin destekçisi değil köstekçisidir. Zihni ve ruhu atalete sürükler. Derinleşmeyi engeller. O yüzden edebiyat önemlidir. Çünkü yetkin bir edebiyat yapıtını okurken kendi imajinasyonunuz, yaratıcı dünyanız ve imgeleminizle birlikte topyekûn ayağa kalkarsınız; olan biteni anlamak için çaba gösterir, kendi alternatif dünyanızı kurarsınız; burada hayallerinize eşlik eden güçlü bir yazarla birlikte çalışırsınız. Radyo tiyatrosu da işte böyledir. Efektler yardımı ile sahnede asla gerçekleştirilemeyecek dramaları tiyatrolaştırabilirsiniz. Mesela bir deniz savaşını, bir uzay yolculuğunu, bir sel baskınını, bir tren yolculuğunu, bir hayvanın edimlerini, bir ormanını sesini, şimşek çakışını, gök gürültüsünü vesaire, vesaire. O yüzden görsellikle donatılmamış bu sesler eşliğindeki, görsel olmayan dramatik anlatı sizleri sinemadan çok edebiyata yaklaştırır ve hayal gücünüzü, imgeleminizi ateşler. Kişisel olarak ben radyo tiyatrosunun bu edebi ifade tekniğine imkân vermesine hayranımdır ve hâlâ severek radyo oyunu yazarım. Yakınlarda bunları kitaplaştırmayı da düşünüyorum. Çünkü bunun ihmal edilmiş bir edebi tür olduğuna inanıyorum.”
Türkiye’de neden oyun yazarları çıkmıyor?
Elbette düşünsel ve yazınsal emeğin kadrinin bilinmediği, hakkının verilmediği, büyük bir sömürü düzeninin içinde yaşıyoruz. Herkes bunun farkında ne yazık ki, ama nedense kimsenin elinden bir şey gelmiyor! Çoğu gazeteci, editör, çevirmen, yazar bu sömürü ortamında ayakta ve hayatta kalmaya çalışıyor. Her şeye rağmen de üretiyor. Radyo oyunu yazarları da bu sömürüden azade değil ne yazık ki. Akarsu da bu emek sömürüsüne değinmeden edemiyor tabii ki ve şunları söylüyor:
“Ancak ülkedeki tek radyo oyunu yayıncısı TRT’nin de bu alanda yazarları teşvik edici bir tutum içinde olduğunu söylemek çok zor. Örneğin defalarca Arkası Yarın kuşağında yayınlanan Yurtdışı Sevdası ve Taşhan gibi eserlerim için ilk defada sözleşmeyle yapılanın dışında, tekrar tekrar yayımlarda ne bir telif tahakkuk ettirilmiştir ne de tarafıma haber verilmiştir. Bunların peşine düşmeyi yazarlık onuruma uygun görmemiş, öylece kendi haline bırakmışımdır. Çalınan Tez adlı, bizatihi TRT’de ödül kazanmış radyo oyunumu hadi hariç tutayım bu sitemden. Çünkü onda bir ödül ederi söz konusu idi. Beni oyun yazarlığına sürükleyen yolda da ilginç olaylarla karşılaşmışımdır. Sanırım 2005 yılıydı ve ciddi mali sıkıntılar içindeydim. TRT o gün için astronomik rakamlarla bir radyo oyunu yazma yarışması açmıştı. Arkası Yarın, Çocuk Bahçesi Oyunu ve Radyo Tiyatrosu dalında. Bunların üçüne de katılarak her dalda birinciliği kazanacağımı ve mali sorunlarımı çözeceğimi düşünüyordum. Ömrümden sekiz ay vererek üç dalda da katıldım yarışmaya. Sonuç şok ediciydi. Üç dalda da birincilik yoktu, iki dalda ikincilik de yoktu. Bir dalda ikincilik ödülü o yıl TRT’den emekli olan birine veriliyordu ve bizler mansiyonla uğurlanıyorduk, arkası yarınlarımız için de prodüksiyon sözleşmeleri yapılıyordu. Üç dalda toplam 950 yazar katılmıştı bu yarışmaya. ‘Bin yazar arasında bir birinci bulunamamış mıdır?’ diye yanımdaki tıpkı benim gibi mansiyonla uğurlanmış ünlü bir yazar arkadaşıma sorduğumda: ‘Hikmet Bey, siz bu işlerde acemisiniz galiba. Bu hep böyle olur. Birincilik, ikincilik verilmez. Genelde mansiyon verilir. Sonra da eserler sahnelenir. Bu hep böyle olur,’ dedi. Aynı dönemde bir popstar için milyon dolar ödeyebilen bir devlet kuruluşunun bin tane yazarına aynı anda reva gördüğü bu muamele, Türkiye’de neden (benim gibi başka ahmak) oyun yazarları çıkmıyor sualinin de yanıtını oluşturuyor aynı zamanda…”
“Radyo yeniden kendine bir yol bulabilir”
Yolu radyodan geçenlerden biri de skeçler ve radyo oyunları yazan, seslendirme yapan tiyatro oyuncusu Levent Tülek. Günümüzün dijital dünyasında radyonun kendine yeniden bir yol bulacağına inanan Tülek “Radyo sadece onunla sizin bir arada olduğunuz, hayal dünyanıza seslenen, hatta özel bir alan yarattığınız büyülü bir mecra,” diyor.
“Çok şanslıyım ki ben radyonun kapısından çok gençken girdim. Hem de yazar olarak. 1982 yılında, daha 17-18 yaşındayken Hadi Çaman Yeditepe Oyuncuları’nda oyunculuk yapıyordum. Aynı zamanda amatörce bir şeyler yazıyor, dergilere gönderiyordum. O zamanın çocukları ve gençleri edebiyatla, yazıyla, hikâyeyle, şiirle, üretmeyle çok iç içeydi. Ben de tiyatroyla yatıp edebiyatla uyanıyordum. Bir gün Hadi Abi (Çaman) bana Füsun Önal’la ikili TRT Radyosu için bir şeyler yapmak istediğini söyledi. Füsun o zamanlar hem çok popüler bir şarkıcıydı hem de Hadi Abi’nin tiyatrosunda oynuyordu. Büyük bir heyecanla eve koştum, kâğıt ve kalemimi hazırladım (O zamanlar değil bilgisayar, daktilo bile büyük lükstü benim gibi bir memur çocuğu için) ve hemen ‘Murat ile Mehtap’ adında on beşer dakikalık kısa skeçler yazmaya başladım. Bu skeçler sarsak ve saf bir kocayla, evhamlı ve huysuz karısı arasında geçen komik olaylardı. O zamanlar bu tarz skeçler Gecenin İçinden tarzı, ağırlıkla da efsane spiker Mehpare Çelik’in sunumu ile gece yayınlanan eğlence programları içindi. Bir nevi TRT televizyonunun efsanevi Bir Başka Gece eğlence programının radyo versiyonu gibiydi ve inanılmaz ama bu radyo programında çok popüler müzisyenler, tiyatrocular ve komedyenler yer alıyorlardı. Ve bu programlar çılgın gibi dinlenirdi. Herkes Radyo Tiyatrosu’nu, Arkası Yarın’ı bilir ama bu eğlence programları da kendi dinleyicisini oluşturmuş, sanat, kültür ve eğlence yaşamımıza çok şey katmıştır. Ardından iki sene sonra bu kez Ali Poyrazoğlu için Mazlum adında bir tipleme yarattım. Bu kez şimdilerin stand-up’ları tadında hikâyeler anlatıyordu bu kurgusal kahraman. O da çok dinlendi. Bu şekilde radyoya girip çıkmalarımdan sonra, en önemlisi de Korkmaz Çakar gibi önemli efektörler ve yaratıcılarla tanıştıktan sonra artık bir üst mertebeye ulaşıp radyo tiyatroları yazmaya başladım. Bayram, yılbaşı gibi özel günlerde kısa, mini dizi tadında eğlenceli hikâyelerden tutun da gerilimli öykülere kadar birçok tarzda iş yazdım, yönettim ve seslendirdim.
O günlerde radyoya gittiğinizde kültür sanatın kalbinin orada attığını hissederdiniz. Örneğin Müşfik Kenter’i bir koridorda görürdünüz. Suna Pekuysal’ı, Zihni Göktay’ı, Alev Sezer’i efsane C Stüdyosu’nda. Yani Harbiye’deki Radyoevi’nin meşhur radyo tiyatroları, Arkası Yarın çekilen stüdyolarında… Birçok önemli edebiyatçının yolu da geçmiştir radyodan. Sadece basılı türden eserler yazmazlardı yazarlar. Radyo draması önemli bir türdü. Necati Cumalı, Melih Cevdet Anday, Behçet Necatigil radyo için eser veren büyük edebiyatçılardan ilk aklıma gelenler. Bir zamanlar edebiyat dergileri tiyatro oyunlarının metinlerini basarlardı. Tıpkı öykü ya da deneme gibi. Aynı zamanda radyo oyunlarını da basarlardı. Ve çok ciddiye alınan ve zor bir türdü. Dünyada, bilhassa İngiltere’de hâlâ önemli bir tür. Ancak televizyonun ve dijital yaşamın ağırlığı ve etkisi maalesef radyonun bu değerini, önemini azalttı ve neredeyse radyo unutuldu diyebiliriz. Ancak bir yanıyla da sesli kitabın gittikçe popüler olmaya başladığı, görüntülü medyanın artık büyük bir kaos içinde olduğu bu dönemde, yeniden kendine bir yol bulabilir diye düşünüyorum. Çünkü radyo sadece onunla sizin bir arada olduğunuz, hayal dünyanıza seslenen, hatta özel bir alan yarattığınız büyülü bir mecra.”
ABD’de de radyo tiyatrosu yaşıyor
Acaba dünyada neler oluyor dersiniz bu alanda? Dilerseniz teknolojik ve ekonomik gelişmenin, televizyon kültürünün lideri olarak gördüğümüz ABD’ye bakalım. Yüzlerce televizyon kanalı ve Hollywood gibi bir görsel endüstriyle dünyayı markalara ve imajlara boğan ABD’de radyo tiyatrosu büyük projelerle yaşamaya devam ediyor. “Biz radyo tiyatrosunu geçmişten bir anı olarak görürken, onlar çoktan çöpe atmışlardır,” diye düşünüyorsanız yanılıyorsunuz. Çünkü orada Star Wars, Harry Potter gibi beğenilen birçok Hollywood yapımının radyo versiyonları da yapılıyor ve beğenilerek dinleniyor. Gelişmiş Avrupa ülkelerinde de televizyon yerine radyonun tercih edildiği bilinen bir gerçek. İngiltere, Fransa gibi ülkelerde klasik ve çağdaş edebiyat eserlerinin geniş kitlelere ulaşmasının en büyük araçlarından birinin radyo tiyatrosu olduğu tartışmasız kabul ediliyor.
Radyo tiyatrosu unutulmadı
Peki bizde neler oluyor? Bugün o “sihirli kutu” ve radyo tiyatrosu hayatımızın neresinde? Huzurlu günler sona mı erdi, neden geçmişte kalan hoş bir anı olduğunu düşünmeye başladık? Yoksa radyomuz mu sustu? Ya da biz mi kulak asmaz olduk o her zaman inandığımız güvenilir sese, o sihirli kutuya? Artık hayal kurmamıza gerek kalmadı mı yoksa? Bir zamanlar gündüz kadınları ve çocukları, akşam ise tüm aile bireylerini başına toplayan radyo unutuldu mu? Ya da evimizin bir başka köşesine “müzik kutusu” olarak koyulup yalnızlığa mı terk edildi? Hayır, bugün bile radyo ve özellikle de radyo tiyatrosu dünyada yaşamın önemli bir parçası. Yaşananlar ve yaşadıklarımız hemen her toplumda rastlanan tarihsel bir gerçek. Televizyonun hayatımıza girmesiyle birlikte dünyanın her yanında aynı hikâye yaşanmaya başladı, yaşanıyor. Her şeye rağmen, TRT radyolarında uzun zamandır dünyadaki radyo tiyatrosu çalışmaları değerlendiriliyor ve bu türün yeniden dinleyici kitlelerine ulaştırılmasını sağlayacak teknik ve estetik çalışmalar sürdürülüyor.
“Bağımsız bir sanat, başlı başına bir tür”
Radyo tiyatrosunun tam olarak ne olduğunu ve bu alanda neler yapıldığını öğrenmek için 1999 yılından beri TRT İstanbul Radyosu’nda Radyo Tiyatrosu, Arkası Yarın, Çocuk Saati programlarının yapımcılığını yürüten Kıvanç Nalça’ya kulak verelim:
“Radyo tiyatrosu nedir? Radyo tiyatrosu, seslendirme ya da radyoya kaydedilmiş tiyatro oyunuyla karıştırılıyor çoğu zaman. Oysa radyo tiyatrosu, geçmişten bu yana kendi başına, bağımsız bir sanat türüdür. Hatta bütün avangart akımlarda kendi kuralları, kendi estetiği, kendi değerleri olan bir tür olarak karşımıza çıkıyor. Fakat televizyon-sinema kültürünün yanı sıra seslendirmenin/dublajın gündeme gelmesiyle birlikte, maddi kaygılar ve zaman kaygısından dolayı bu iş seslendirmeye benzemiş. Böyle olunca da doğal olarak dinleyicisinde bir düşüş olmuş. Fakat radyo tiyatrosu diğer araçlarda/mecralarda yer alan sanatsal programlardan çok farklı. Peki neden? Bir sinema filminin televizyonda yayınlanmasında televizyonun işlevi, yalnızca sinema filminin televizyon tekniğiyle seyirciye aktarılmasıdır. Ya da bir müzik ürününün, bir konserin radyodan yayınlanmasında, radyonun işlevi, sadece var olan sanat eserinin radyo tekniğiyle geniş kitlelere yayılmasıdır. Bu bağlamda radyo ve televizyon, sanat türlerinin dinleyiciye ya da seyirciye aktarılması için kullanılan bir aygıttır. Radyo tiyatrosu ise yalnızca radyoda yapılan, kendi başına estetik kuralları olan, bağımsız bir sanat türüdür. Üstelik tiyatrodan da bağımsız bir tür. Çünkü Dadacıların manifestosunda da belirtildiği gibi radyo tiyatrosu tekrarı olmayan, her alıcıya farklı şekilde iletilen, her alıcının içinde bulunduğu ortamın diğer ses etkenleriyle birleşerek yeni bir sanat eserinin ortaya çıktığı farklı bir türdür. Yani radyodan yayınlanan, tiyatro ya da edebiyat uyarlaması değildir: radyo tiyatrosu kendi başına bir türdür.”
Tarihsel olayları bile etkileyebiliyor
Radyo tiyatrosu, radyoda yapılan sanat olarak karşımıza çıkıyor. Dünyada da radyo tiyatrosu, ölmüş, unutulmuş, nostaljik bir değer değil, hâlâ yaşıyor. Radyo tiyatrosunun canlı olduğunu, yaşıyor olduğunu gösteren en büyük olay da yakın tarihimizde Ortadoğu’da yaşananlar. Örneğin Afganistan operasyonu. Afganistan operasyonunun, tür olarak radyo tiyatrosu ile nasıl bir ilgisi olabilir? BBC World, Afganistan’daki operasyondan önce, Taliban rejiminin müziği ve görsel medyayı yasaklamasından yola çıkarak, buradaki topluma Batı değerlerini, demokrasiyi (!) yaymak amacıyla New Home-New Life adını taşıyan bir arkası yarın üretiyor. Bu arkası yarın Peştuca kaydediliyor ve Afgan halkına da 50 sentlik radyolar dağıtılıyor. Operasyondan önce iki yıl boyunca bu arkası yarın sürekli olarak yayınlanıyor, halk buna hazırlanıyor. Bu küçük örnekten da anlayacağımız gibi arkası yarın aslında öyle canlı, öyle yaşayan bir şey ki dünya tarihinde, tarihsel olayları bile aktif olarak etkileyebiliyor. ABD’de 500’den fazla bağımsız tiyatro grubu, radyo tiyatrosu üretiyor. Avrupa’da öyle… Avrupa’da radyo tiyatrosu entelektüel bir kesimin sürekli olarak takip ettiği bir tür. Edebiyat uyarlamaları çok beğeniliyor. Ama bu türü nasıl tekrar dinlenir hale getirdiklerine baktığımızda, dijital kaydı, surrounding sistemini, efektte yeni bir anlayışı, beğenilen sevilen eserlerin radyoya uyarlanmasını görüyoruz.
Evet, radyo ve radyo tiyatrosu tiyatrosu hâlâ yaşıyor. TRT Radyo 1’de her Pazar 01.05’te yepyeni ve özgün eserlerle, müzikal yapımlarla Radyo Tiyatrosu yayınlanmaya devam ediyor. Hafta içi ve hafta sonu her gün saat 9.40’ta çeşitli roman, öykü ve sahne oyunlarından radyoya uygulanan ya da doğrudan radyo için yazılmış oyunlar, Arkası Yarın kuşağında dinleyiciyle buluşuyor. Her Pazar saat 10.07’de ise Çocuk Saati’nde interaktif, eğitici ve yaratıcı dramalar çocuk dinleyicilerle buluşuyor.
Günümüz medya ortamında radyo bir umut
“O yılbaşını asla unutamam. Bie Teyze, yeni yılın gelişini kutlamak için beni uyandırmıştı. Tanıdığım o insanları, radyoda dinlemeye bayıldığım o sesleri de unutmadım. Ama bir gerçek varsa o da sesler; her geçen yılla birlikte sesler gittikçe belirsizleşiyor.” Woody Allen’ın Radyo Günleri böyle bitiyordu… Ama hayır, sesler giderek belirsizleşmiyor. BBC Dünya Servisi’nden Michael Kaye ve Andrew Poperwell’in söyledikleri gibi “Radyo medya cinidir, bir şişeye sığacak kadar küçük, bütün kıtaları içine alabilecek kadar büyüktür.” Tam bir görsellik imparatorluğunun hüküm sürmekte olduğu 21. yüzyılda, bir medya cini olan radyonun 1920’lerden beri geliştirdiği değer ve ilkeler hâlâ geçerli. Günümüz medya ortamında radyo bir umut. Belki de bu umudu yeşerten ve diri tutacak olan, bugün yeni bir dönemeçte olan Radyo Tiyatrosu. Radyo tiyatrosu, günümüzde bizlere nostaljik tatlar yaşatan, çoğumuzun yaşamadığı o günlerin hazzını bugüne taşıyan programlar. Ama yalnız o kadar değil: çünkü radyo tiyatrosu, yine dinleyiciyle buluşmaya, onları düşsel bir dünyaya taşımaya devam ediyor.
Radyo çocuk oyunlarının kuşaklar üzerindeki yadsınamaz etkisini de unutmamak gerek. Teknolojik aygıtlardan kafamızı kaldıramadığımız, her şeyin görselleştirilerek sunulduğu günümüz dünyasında radyo, radyo tiyatrosu, çocukların ve gençlerin hayal dünyalarını diri tutmalarını, gözlerini dünyaya açmalarını da sağlayabilir. Hatta kitaplara, edebiyata, sanata kucak açmalarına bile vesile olabilir. Kim bilir…
https://www.kitap365.com/blog/2838/tiyatrodan-mikrofona-radyolu-gunler-ii