Home Genel 15 soruda etik gazetecilik: Meslek ‘ahlâkı’ neden yetmiyor?

15 soruda etik gazetecilik: Meslek ‘ahlâkı’ neden yetmiyor?

by Erkan Börekçi
Paylaş ;

Gazetecilik etiğinin, meslek ahlâkından farkı ne? Salgında işini “etik akıl” ile yapan bir doktor, bir gazeteciye ne tavsiye ediyor? İnsan hayatından daha değerli bir haber olabilir mi? Mesleğin etik ilkeleri, insanlığın sorunlarını çözmede neden yetersiz?

Türkiye’de felsefenin en önemli ismi olan Prof. Dr. İoanna Kuçuradi danışmanlığında “Gazetecinin İşi, Hak Gazeteciliği ve İnsan Hakları” başlıklı bir tez de yazan gazeteci Elif Şahin Hamidi, meslek etiğinin sınırlarını 15 soruyla anlatıyor.

Geçmişten bugüne gazetecilikte yaşanmakta olan sorunlarda ve bu sorunların çözümünde kişi olarak gazetecinin rolü büyük. Dolayısıyla gazetecilik mesleğini ve gazetecinin işinin ne olduğunu yeniden sorgulamak bir zorunluluk.

İster radyo, ister televizyon, ister internet yayıncılığı, ister sosyal medya üzerinden yapılan yayınlar ya da adına ister hak gazeteciliği diyelim, ister barış gazeteciliği, ister ekonomi gazeteciliği ya da spor gazeteciliği, sorunların temelinde, gazetecinin etik bilgisinden yoksun olmasının yattığını söyleyebiliriz.

Yaşamımızın her anında, her alanında etik sorunlarla karşılaşırız ve aslında sırf gazetecilikteki değil, bütün mesleklerdeki sorunların temelinde de bu bilginin eksikliği yatar. Bu bilginin eksikliği sonucu da doğru değerlendirme yapılamaz, insanın değeri harcanır ya da değer harcanmasının ve hak ihlallerinin önüne geçilemez.

1. Etik ne demek? Ahlâk nedir?

Etiğin ne olduğunu açıklayabilmek için, bu kavramın ahlâk ile farkını bilmek gerekir. “Ahlâk (moral)/ahlâklar” ve “etik” sık sık aynı anlamda kullanılsa da aslında bunlar ayrı kavramlar.

Etik kelimesinin türetildiği “ethos” kelimesinin Yunanca’daki anlamı, ‘bir canlının genellikle sığındığı, yaşadığı yer’dir. Adeta insanın kendini güvende hissettiği bir mekân/yuva gibi…

Ahlâk/ahlâklar ise toplumdan topluma, kültürden kültüre değişen; göreli olan, belirli bir süre için geçerli “değer yargıları” ve davranış normları sistemleridir. Yani ahlâklar, “şu iyidir, bu kötüdür/şu günahtır, bu sevaptır” der, kişilerin eylemlerine “değer biçer,” kolaylıkla davranış normlarına dönüştürülür. Örneğin “yalan söylemek kötüdür,” “hırsızlık yapmak kötüdür,” “büyüklerin eli öpülür,” “kadınlar yüksek sesle konuşmaz/gülmez/geç saatte sokakta dolaşmaz” gibi… Dolayısıyla ahlâklar, kişilerin değerlendirmelerini ve yapıp etmelerini belirler.

Felsefenin bir alanı olarak “etik” ise ahlâk/ahlâklılık değildir. Normlar koymaz ya da normlar koymayı amaçlamaz. İyiyle-kötüyle ilgilenmez. Neyin iyi, neyin kötü olduğunu belirlemez, insanlara ne yapmaları gerektiğini söylemez.

Etik, “değer” ve “değerler” konusunda bilgi verir. O bilgi doğrultusunda eylemek ya da eylememek kişinin kendine kalmıştır. Her bir tekil durumda ne yapması gerektiğine, nasıl eylemesi gerektiğine kişi kendisi karar verir.

Örneğin, “yalan söylemek kötüdür” normuna bakacak olursak, acaba her tek durumda değer koruyabilen bir norm mudur? Acaba bazen yalan söyleyerek değer korumak, değerli ya da etik bir eylemde bulunmak mümkün olabilir mi?

Victor Hugo’nun Sefiller romanında bu soruya cevap bulabiliriz. Rahip, gümüş şamdanlarını Jean Valjean’ın çalmadığını, ona kendisinin verdiği söyler. Yani yalan söyler ve Valjean’ı cezadan kurtarır. Katolik bir rahip yalan söyler, en büyük günahlardan birini işler ve bir insanın hayatının değişmesine yol açar: Valjean’a insan olma, kendini gerçekleştirme ve geliştirme yolunu açar.

2. Gazetecinin ilk işi nedir?

Her bir insan teki gibi gazetecinin de “ilk işi” insan olmak, insanın değerini ve değerlerini koruyacak bir kişi olmaya çalışmak ve kendisini insandan sorumlu duymaktır. İkincil işi ise ‘işini iyi yapmak’tır. Yani bir gazetecinin işini amacına ve işlevine uygun yapabilmesinin yolu, önce insan olmayı başarmasından geçer. Dolayısıyla gazetecinin insanlaşmasında ve özenle yetiştirilmesinde felsefe ve etik eğitimi; yani felsefi etik bilgi, değer bilgisi, doğru değerlendirme bilgisi ve insan hakları bilgisi önemli bir rol oynar.

O hâlde en başta filozofların “insanlaşma” dediği şey üzerine düşünmemiz gerekir. Yani insanın ‘ne’liği üzerine kafa yormak ve ardından “insanın işi” üzerine enine boyuna düşünmek şart. Çünkü ister gazetecilik olsun ister öğretmenlik, doktorluk, avukatlık, mühendislik; isterse ayakkabı tamirciliği, gemicilik, taksi şoförlüğü; kısacası hangi meslek olursa olsun, sorunların temelinde bu meslekleri kendine iş edinmiş insanlar var. Çünkü bütün mesleklerde karşılaşılan etik sorunlar, sadece normlara ilişkin sorunlar değil; felsefî-etikle ve Aristoteles’in deyişiyle ‘insanın işi’yle ilgili sorunlardır.

3. Gazeteciler insanın değerini nerede aramalı?

Ambrose Bierce, Şeytanın Sözlüğü’nde insanı şöyle tanımlar: “Olduğunu sandığı şeyi büyük bir esriklik içinde düşünmekten, olması gereken şeyi gözden kaçıran bir hayvan. En önde gelen uğraşı diğer hayvanları ve kendi türünü öldürmektir.” [1] (Dipnotlar ve Kaynakça, bu yazının sonunda)

İnsan bu kadar kötücül bir varlıkken ve yeryüzündeki bütün kötülükler insan elinden çıkmayken insanın değerini nerede arayacağız peki? Neden değerli bir varlıktır insan? Kendi türümüze torpil mi geçiyoruz acaba?

Öncelikle “bir şeyin değeri” ne demek ona bakalım. Bir şeyin değeri, o şeyi benzerlerinden ayıran şey, o şeyin ayırt edici özelliği demektir. İnsanın değeri ise tür olarak insanı diğer canlılardan ayıran özelliği, yani varlıktaki özel yeridir.

İnsan bilen, yapıp-eden, seven, adil olabilen, devlet kuran, özgür hareketleri olan, eğiten-eğitilen, çalışan; bilimin, tekniğin ve sanatın yaratıcısı olan, değerlerin sesini duyan, değerler yaratan bir varlık olarak, doğadaki diğer canlılardan farklıdır. Varlıkta özel bir yere sahiptir ve değerlidir. (Takiyettin Mengüşoğlu, bu insansal etkinliklere, “insanın varlık koşulları ya da tür olarak insanın özellikleri” der. [2]) İnsan tercih yapan, hayır diyen, başkaldıran, istemesinde özgür olan, kendi kendini belirleyen ve dolayısıyla her zaman başka türlü de eyleme olanağına sahip bir canlıdır.

Ayrıca “uyumsuz/çatışmalı” bir varlık olmasıyla da insan, diğer canlılardan ayrılır. İnsandaki ölüm-yaşam, haz-acı, iyilik-kötülük, yetinme-yetinmeme, itaat-itaatsizlik, adil olmak-haksızlık etmek, sevmek-nefret etmek gibi karşıtlıklara; zıt kutuplara, çatışmaya ve uyumsuzluğa karşılık gelen bu uyumsuzluk, insanı olanaklar varlığına dönüştürür. İşte bu uyumsuz varlık yapısı, kendiyle çatışma durumu, insanın insanlaşma olanağına ve özgürlüğün çekirdeğini taşıdığına işaret eder.

Bu uyumsuzluk, insanı sırf doğal varlık olmaktan kurtarır ve ona kendi kendini belirleyebilmenin yolunu açar. İnsan bu uyumsuzluğu, gerginliği gidermek ister ve bunun için de didinmek, çalışmak, yaratıcı olmak zorunda kalır. Bilimle ve teknikle, edebiyat ve resimle uğraşır, felsefe yapar, yani insan başarılarını oluşturan eserler ortaya koyar, değerler yaratır ve yarattığı değerlerle değerlenir.

Sırf doğa yasalarıyla belirlenmediği için insan, kendi kendini gerçekleştirme, belirleme olanağına sahip bir varlıktır. Kendi kendini belirleyen insan, ne olacağına kendisi karar verebilir, nasıl bir insan olacağını, hayattaki amacının ne olacağını kendisi seçebilir.

4. “İnsanın değerleri” ne demek?

İoanna Kuçuradi, Mengüşoğlu’nun insanın varlık koşulları ya da tür olarak insanın özellikleri dediği fenomenden insan etkinliklerini, insan türünün özelliği olarak ve tek tek insanlara açık birer olanak olarak görür. Bu olanaklar bilme olanağı, yapıp-etme olanağı, değerler ortaya koyma olanağı vb. olanaklardır.

Bu durumda insanın konuşan, seven, çalışan, eğiten-eğitilen bir varlık olması ya da bilim, sanat, felsefe ya da tekniğin yaratıcısı olması, hem ‘tür olarak insan’ın özellikleri, hem de her bir insan tekine açık ‘olanaklar’dır. İşte her insan tekine açık bu olanakların bazı kişilerce gerçekleştirilmesiyle insan başarıları ortaya çıkar. Bilim, sanat, hukuk, felsefe, teknik gibi bu insan başarıları ‘insanın değerleri’dir. Ayrıca etik erdemleri ve genel olarak değerleri hayata geçirebilendir insan.

5. Gazetecinin insan olarak iyi yapması gereken iş nedir?

İnsan, toplumda meslekî kimliğiyle, yani işiyle de yer edinen bir varlıktır ve yaptığı işle ya da Aristoteles’in deyişiyle eylem yaşamıyla da diğer varolanlardan ayrılır. Ancak burada asıl önemli olan, işini nasıl yaptığıdır.

Aristoteles, Nikomakhos’a Etik’te, insan yaşamını anlamlı kılacak şeyin ve en iyi şey olduğu öne sürülen mutluluğun ne olduğunu, insanın işinin ne olduğuna cevap arayarak açıklamaya çalışır ve şu soruları sorar:

  • Marangozun, ayakkabıcının belli işleri ve yaptıkları vardır da, insanın bir işi yok mudur? Yani doğal olarak işsiz mi? Yoksa gözün, elin, ayağın ve genellikle parçaların her birinin bir ‘işi’ olduğu göründüğü gibi, insanın da bunların ötesinde bir işinin olduğu ileri sürülebilir mi? [3]

İnsanın da bir “işi” vardır elbette. İnsanı bitkilerden, hayvanlardan, diğer bütün varlıklardan farklı kılan birtakım özellikleri varsa ve insan, varlıkta özel bir yere sahipse, bunların ötesinde bir işinin olduğu apaçık ortadadır.

Eyleyen bir varlık olarak insanın işi, ayırıcı özelliği nedir, peki? Neyle yükümlüdür insan? Yemek içmek, büyüyüp gelişmek, yaşamak ve en nihayetinde ölmek, sadece insana özgü bir özellik değildir kuşkusuz. Bu özelliklere bakarak insanı bitkilerden ve hayvanlardan ayırt edemeyiz. O hâlde Aristoteles’in dediği gibi, “geriye akıl sahibi olanın (…) bir tür eylem yaşamı kalıyor.” Eylem yaşamının da “etkinlik hâlinde olan yaşam” olduğunun altını çizen Aristoteles, insanın işinin ya da insansal iyinin “ruhun akla ve erdeme uygun etkinliği” olduğunu söylüyor: “Üstelik yaşamın sonuna kadar etkinliği.” [4]

Aristoteles’in, tür olarak insanın işine ilişkin bu söylediklerinden yola çıkarak gazetecinin önce insan olarak “iyi” yapması gereken bir işi, sonra da bir gazeteci olarak “iyi” yapması gereken ikincil bir işi olduğunu söyleyebiliriz. Gazetecinin insan olarak iyi yapması gereken işi, erdemde üstün olmaya gayret ederek, eylem yaşamıyla ayırt edici özelliğini ortaya çıkarması, yani insanlaşmasıdır. Bir gazeteci olarak iyi yapması gereken başlıca işi ise kişilerin doğru bilgiye/enformasyona ulaşmasını sağlayacak nitelikte haber yapmaktır ve bunun için, işini yaparken akla ve erdeme uygun hareket etmesi gerekir.

6. Gazetecilik yaparken “akıl” yeterli midir?

Aristoteles’e göre, eylemin yalnızca akla uygun olması yeterli değildir. Çünkü Hiroşima ve Nagasaki’yi yerle bir eden atom bombasını bulan veya Nazi kamplarında kullanılan fırınları ve türlü türlü işkence aletlerini geliştirerek insanların yaşama hakkının ihlaline yol açan da aynı akıldır. Ya da yeryüzünde aralıksız bir şekilde devam eden savaşlar, insanın başarılarından biri olan ‘teknik’teki gelişim sayesinde üretilen akıl almaz silahlarla artık daha kanlı, daha acımasız ve daha çok cana mal oluyor. Ama elektriği bulan da aynı akıl, dört gözle beklediğimiz COVID-19 aşısını bulan da…

Dolayısıyla tür olarak insanın değerini ‘canlı bir varlık olarak insanların yaşamlarını sürdürmede yararlandıkları en büyük araç olarak akıl’da, yani araçsal akla sahip olmasında arayamayız. Akıl sahibi insanın aynı zamanda erdemlerle donatılmış olması gerekir. Muttalip Özcan’ın İnsan Felsefesi/İnsanın Neliği Üzerine Bir Soruşturma isimli kitabında altını çizdiği gibi “akıl, ayırt edici özelliğini her zaman, aklın erdemlerle eğitilmesinden alır ve doğrudan yapıp etmelerle ilgili olduğundan etik bir boyuta sahiptir.” [5]

Nasıl ki bir bıçağın işlevi kesmekse ve kesmeyen bıçak, bıçak değilse, erdemlerden yoksun bir insan da insana özgü işi henüz yapamamış, tam olmayan bir insandır. Çünkü insanın işi, akla ve erdeme uygun yaşamaktır. Aksi takdirde insanın, hayvan ya da diğer canlılardan bir farkı kalmaz. İnsanın insanlaşabilmesi için, erdemlere ya da etik değerlere sahip olması gerekmektedir ki Antik Yunan’da etik, bütünlüğü olan bir yaşama sanatı olarak anlaşılırdı ve insanların gelişmek ya da insanlaşmak için erdeme ihtiyaçları vardı. Sanırım bugün de gelişmek ve insanlaşmak için ihtiyacımız olan şey bu.

Erdemlerle eğitilmiş akıl, Kant’ın belirttiği gibi kendimizi ve başka insanları hiçbir zaman bir araç olarak görmemeyi, yapıp etmelerimizde olabildiğince tür olarak insanın değerini korumayı buyurur. Dolayısıyla, tür olarak insanın değerini ortaya koymada bu “etik akıl” diyebileceğimiz akla sahip olmak ve aynı zamanda bu akla göre eylemde bulunmak, bu tür bir etik akla dayalı yaşam, biz insanları diğer canlılardan ayırt eden bir özellik olabilir.

7. Salgında işini “etik akıl” ile yapan doktor, gazeteciye ne söylüyor?

Camus’nün Veba romanının baş kişisi Dr. Rieux da etik akıl ile eyleyen bir kişi örneğidir adeta. Dr. Rieux ve gazeteci Rambert arasında sevgi ve kahramanlık üzerine önemli bir diyalog geçer ve bu diyalog, gazeteci için de bir yol gösterici olabilir.

Yaşanmakta olan korkunç salgının adını koyan ve her şeye rağmen işini en iyi şekilde yapmaya çalışan Dr. Rieux, sevmeyi seçtiği için kahraman rolü oynamak istemeyen Rambert’e, kendi yaptıklarında kahramanlık diye bir şeyin söz konusu olmadığını söyler. Söz konusu olan ‘dürüstlük’tür ve doktor şöyle der: “Bu gülünç gelebilecek bir düşünce, ama vebayla savaşmanın tek yolu dürüstlük.” [6]

Bunun üzerine gazeteci Rambert ciddî bir tavırla “Nedir dürüstlük?” diye sorar. Dr. Rieux, şu yanıtı verir: “Bunun genelde ne olduğunu bilmiyorum. Ama benim durumumda, mesleğimi yapmaktır.”

Dürüstlük ve dolayısıyla insanın mesleğini yapması, sevgiye engel olmadığı gibi bir kahramanlık da değildir. Gazetecilik mesleğindeki vebayla ya da sorunlarla savaşmanın önemli yollarından biri de dürüstlüktür. Yani kişi olarak gazetecinin mesleğini, işini dürüstçe yapmasıdır. Tıpkı Dr. Rieux gibi, içinde bulunduğu koşullar içerisinde yapması gereken ya da yapabileceği ne ise onu yapmasıdır.

Dr. Rieux da elinden geldiğince işini yapmıştır: bu korkunç hastalığın adını koymuş, ilgili resmî makamları hastalığın veba olduğuna inandırmış, işini en iyi şekilde yapmaya gayret edip hastadan hastaya koşarken, kapıları kapanmış Oran kentinde −tamamen ortadan kaldıramayacağını bile bile− vebaya karşı savaş açmış, çevresindekileri de bu savaşa katmayı ve onlarla dayanışmayı başarmıştır. İnsana olan inancıyla, yaşamın saçmalığına rağmen kötülüğe savaş açıp insan olmanın gereğini yerine getirmeye çalışarak yaşama anlam ve değer katmıştır.

Gazeteci de işi aracılığıyla bir yandan kamuyu yakın ve uzak çevresinde olup bitenlerden haberdar ederken, bir yandan da resmî makamları, iktidarları, siyasileri uyanık tutmaya, ‘veba’ya karşı uyarmaya çalışması gereken kişilerden biridir. Dolayısıyla gazetecinin, işini böyle bir sorumluluk bilinciyle yapması ve çevresindekileri de yeryüzündeki kötülüklerle, haksızlıklarla mücadele etmeye çağırması, insan olmanın gereklerini yerine getirmesi gerektiği söylenebilir.

8. İnsan hayatından daha değerli bir haber var mıdır?

Bir de etik akılla eyleyemeyen, insanı sırf araç olarak gören ve haber değeri uğruna insanın değerini harcayan gerçek bir örneğe bakalım. Güney Afrikalı fotoğrafçı Kevin Carter’in 1994 yılında Sudan’da çektiği bir fotoğraf karesi, gazetecinin insanı araç olarak kullanmasının acı bir örneğidir. Bu çok bilinen örnekte, açlıktan ölmek üzere olan küçük bir kız çocuğu ve hemen arkada çocuğun ölmesini bekleyen, aç bir akbaba yer almaktadır.

Carter, kendisine Pulitzer Ödülü kazandıran o “ölümsüz” kareyi yakaladıktan sonra küçük kızı, sadece bir buçuk kilometre uzaklıktaki Birleşmiş Milletler kampına götürmek yerine hemen oradan uzaklaşmayı tercih etmiştir. Neyse ki akbaba da ürkerek kaçmıştır. Ne var ki küçük kızın başına ne geldiği bilinmiyor.

Carter, bu fotoğrafın ardından ödülün yanı sıra pek çok tepki de aldı ve profesyonel fotoğrafçı olduğunu, yardım görevlisi olmadığını söyleyerek kendisini savundu. Ancak ödülü aldıktan üç ay sonra, henüz 34 yaşındayken yaşamına kendi eliyle son verdi. İntihar etmeden önce arkasında bıraktığı mektuplardan birinde şöyle yazmıştı: “Çocuğu kurtarabilirdim. Makinemi bırakıp onu kucağıma alabilirim, yardım çadırına götürebilirdim. O anda sadece gazeteci olduğumu düşünüyordum. Şimdiyse önce insan olduğumu…”

O olaydan sonra, hiçbir fotoğraf karesinin insan hayatından daha değerli olmadığını anladığında, artık yaşamamayı seçmiştir Carter.

9. Gazeteci, insanlık hâlini paylaşmaktan başka ne yapabilir?

Aristoteles’in ve Kant’ın yukarıdaki görüşleriyle, foto muhabiri Carter’ın davranışı arasında bir ilgi var mıdır? Açıkça görülmektedir ki Carter, yalnızca “akla uygun” hareket etmiş, öncelikli olarak bu karenin, kendisine getirisinin ne olacağını hesaba katarak eylemde bulunmuş (“işini” yapmış), insanı sırf araç olarak kullanmıştır. Aklını ve bunun yanı sıra insanı, araç olarak değil, amaç olarak kullanan özgür insan olmayı başaramamıştır.

Öte yandan Carter’in bu ödüllü karesi, dünya kamuoyunda büyük yankı uyandırmış, açlık ve yoksullukla boğuşan Sudan için yardım kuruluşlarına önemli miktarda yardım yapılmasını da sağlamıştır. Dolayısıyla Carter, açlıkla boğuşan ve sesini kimselere duyuramayan Sudanlılar’ın sesi olmuş ve bu sesi, kör-sağır-dilsiz dünyaya/insanlığa ulaştırmayı başarmıştır.

Peki, Carter hem o kareyi yakalayıp işini yaparak, hem de o çocuğu BM kampına kadar götürerek dünyanın dikkatini Sudan’a çekmeyi başaramaz mıydı? Yani insan olma sorumluluğunu da yerine getirerek, insan haklarını gözeterek, insan onurunu/değerini koruyarak, insanı sırf araç değil, amaç olarak görerek, akla ve erdeme uygun bir şekilde gazetecilik yapamaz mıydı?

Peki, neden böyle yapmıştı? Öncelikli amacı, çektiği fotoğrafı hiç zaman kaybetmeden, bir an evvel bağlı olduğu kuruma ulaştırmak, büyük bir başarıya imza atmak ve belki de ödül almak olmasaydı; haber değerini değil, insanın değerini korumaya çalışsaydı, insana yakışır bir şekilde eylemiş ve aynı zamanda iyi bir gazetecilik örneği sergilemiş olmaz mıydı?

Sırf doğal bir varlık olan akbabanın, o küçük çocuğu yiyip yememek arasında bir tercih yapması elbette mümkün değildir. Ancak sırf doğal bir varlık olmadığı için başka türlü de eyleme olanağına sahip olan Carter’in bu durum karşısında farklı tercihler yapması mümkündür. Ne var ki o, insanı ve her şeyi sırf araç olarak gördüğü, aynı zamanda amaç olarak göremediği için fotoğrafını çekip, çocuğu akbabaya bırakarak gitmeyi tercih etmiştir.

Ryszard Kapuściński, gazetecinin mesleğini iyi bir şekilde icra etmesinin yolunun göz önünde olmamaktan, varlığını unutmaktan geçtiğini belirtir ve şöyle der: “Bizler varlığını diğer insanlar için sürdüren, onların sorunlarını paylaştıktan sonra da bunlara çözüm getirmeye ya da en azından dünyaya anlatmaya çalışan kişileriz.” [7]

O kareyi yakaladığı anda Carter’ın farkında olmadığı şey belki de buydu.

10. Norma aykırı davranarak değer korumak mümkün mü?

Ayrıca şuna da dikkat çekmek gerek: Kimi zaman bir normu korumak adına insanın değeri harcanabiliyor. Bazen bir norma aykırı davranarak daha çok değer korumak da mümkün olabilir.

Örneğin, Türkiye Gazetecileri Hak ve Sorumluluk Bildirgesi’nde şöyle denir: “Suça itilmiş çocuklarla ilgili suçlarda ve cinsel saldırılarda 18 yaşından küçük olan suç faili ya da mağdurların kimliklerini açıklayacak ya da tanınmalarına yol açacak şekilde yayın yapılmamalı, fotoğraf, görüntü ve çizim kullanılmamalıdır.”

Bu norm çocukları korumak için, yani içindeki bulundukları durum, bütün hayatlarını etkilemesin diye getirilmiştir ve gazetecilikte önemli bir kuraldır. Peki, Suriye’deki iç savaşın göçe mecbur ettiği bir ailenin üç yaşındaki çocuğu Aylan Kurdi’nin, Bodrum’da kıyıya vuran cansız bedeninin fotoğraflarını yayımlamak da bu kurala aykırı mıdır?

Değildir, çünkü artık bu durumda çocuğu korumak mümkün değildi. Korunamamıştı çocuk, artık çok geçti, artık o çocuk yaşamıyordu, yaşama hakkı elinden alınmıştı. Ayrıca bu fotoğraf bazı ülkelerin sığınmacılara az da olsa kapılarını açmasını sağladı. Yani normu biçimsel olarak ihlal ederek yayımlanan bu fotoğraf sayesinde, dünyanın dikkati az da olsa sığınmacılara çekildi.

11. Gazetecinin ikincil işi nedir?

Şimdi gazetecinin ikincil işine bakalım. İoanna Kuçuradi’ye göre, ortaya koyduğu haberlerle kişinin kendi kanaatinin oluşmasına katkıda bulunan gazetecinin asıl işi ‘aracılık etmek’tir:

  • Ondan beklenen, bizim kendi başımıza tanıklık edemediğimiz, ama bizi ilgilendiren şeyleri bilmemizi olanaklı kılması, böylece de çoğunlukla çeşitli propaganda ve reklamların psikolojik etkileriyle biçimlenen kamuoyunun olabildiğince kandırılmamış bir şekilde oluşmasına katkıda bulunmasıdır.” [8]

Kamuoyunun kandırılmadan oluşabilmesi ya da bir başka deyişle gazetecinin işini gazeteciliğin amaçlarına ve işlevine uygun şekilde yapmasının ana koşulu, onun doğru değerlendirme yapabilmesidir.

12. Haber değeri, etiğe uygun biçimde nasıl ölçülür?

Peki, bir haberin sahip olduğu değer nasıl ölçülür ya da doğru değerlendirme nedir, nasıl yapılır? Değerlendirmeden söz edilince genellikle değerlendirilmesi söz konusu olan şeyin değerini göstermek değil de; geçerli ilkeler, kurallar, normlar, standartlar, hatta modalar bakımından onu nitelendirmek anlaşılır. Çoğu zaman yapılan da budur, yani bir şeye ‘değer biçmek’tir ve dolayısıyla bir şeyi ezbere değerlendirmektir.

Oysa Kuçuradi’ye göre değerlendirme, “kendisinden hareket ederek bir insanı, bir insanın bir eylemini, bir eseri, bir olayı anlamak ve kendi alanı veya benzerleri arasında yerini bulmak olarak anlaşıldığında, gerçeklikteki sayısız birbirine aykırı ve yanlış değerlendirmeler bir yana bırakılırsa tek doğru değerlendirme ve onun perspektifleri söz konusu olur.” [9]

İşte bu tek doğru değerlendirme, Özcan’ın sözleriyle “içinde yaşadığımız toplumdaki egemen değer yargılarından bağımsız olarak ve bireysel yarar, çıkar veya haz beklentisinin etkisine kapılmaksızın, onun −eğer varsa− kendi değerini görmek ve göstermek” [10] ile mümkün olabilir.

Doğru değerlendirmenin en önemli koşulu ise, değerlendirilen şeyin tür olarak insanın değeri ve değerleri arasındaki bağının doğru kurulabilmesidir. Gazeteci için de şunu söyleyebiliriz: Haber değerini belirlerken, birçok olay arasından hangisinin haberleştirileceğine karar verirken, gazetecinin birbirinden farklı olaylar ile insanın değeri ve değerleri arasındaki ilgiyi görmesi ya da yakalaması ve ona göre bir seçim yapması gerekir.

13. Meslek etiği sorunları çözmede neden yetersiz?

Açıkça görülüyor ki sorunların tam merkezinde daima “insan” vardır ve bununla birlikte, var olan bütün sorunlara çözüm üretecek olan da yine insanlardır. Kişiye her tek durumda ne yapması gerektiğinin bilgisini sağlayacak olan ise tek başına normlar ya da meslek etik ilkeleri değil, felsefî-etik bilgi, değer bilgisi, doğru değerlendirme bilgisidir. Çünkü değer korumak, doğru değerlendirme yapabilmeyi ve değer bilgisine sahip olmayı gerektiriyor.

Meslek kodları ise Kuçuradi’nin belirttiği gibi “ancak bir durum hakkında doğru değerlendirme yapabilecek kadar enformasyon sahibi olmadığımız zaman, değer korumayı daha olası kılıyor, ama hiçbir surette garantilemiyor.” [11] Çünkü etik eylemde bulunmak normlara göre eylemde bulunmak demek olmadığı gibi, sadece normlara göre davranmak da etik davranmak/etik eylemde bulunmak demek değildir.

Dolayısıyla haber değerinin insanın değerinin önüne geçmesi de etik bir sorundur ve diğer pek çok sorunda olduğunu gibi bu sorunun çözümünde de meslek etik ilkeleri tek başlarına çare olamıyor. Çünkü bu sorun etik bilgiyle, değer bilgisiyle aşılabilecek bir sorundur. Değer duygusunun ve değer bilgisinin gelişmesinde eğitimin çok önemli bir rol oynadığı da gayet açık. Bu eğitimin çok erken yaşlarda başlaması gereken bir eğitim olduğu da unutulmamalı.

14. Gazeteciler umudu nereden devşirebilir?

Medyanın içinde bulunduğu durum göz önüne alınarak gazetecilerin yargılandığı, tutuklandığı, mahkûm edildiği, basının özgür olmadığı bir toplumda “gazeteci nasıl direnecek” sorusu sorulabilir. Çok yerinde ve haklı bir sorudur bu. Ancak şu gerçeği de akıldan çıkarmamak gerekir: Gazetecilik yapmak hiçbir zaman kolay olmadı. Bu gibi sorunlar, gazetecilik tarihinin hemen her döneminde var olduğu gibi, her şeye rağmen işini iyi yapan, gerektiğinde başkaldıran, direnen gazeteciler de vardı. Rahatça sığınabileceğimiz bu bilgi, her şeye rağmen işini iyi yapabilmenin tek tek kişilerin elinde olduğunu göstermektedir ve bu bilgiden umut devşirmek mümkündür.

15. Çözüm, ‘insanın olmak inadı’nda mı?

Uluğ Nutku’nun dediği gibi “insan eliyle bozulan, insan eliyle düzeltilebilir.”[12] Yani umut, yine de insandadır. Çünkü Ece Temelkuran’dan ödünç alarak söyleyecek olursam, “insan olmak meselesi, inat etmek meselesidir” ve “İnsan, dünya gerçekliğine müdahale etmeye kalkışan, buna inanmış, bunda inat eden tek canlı türüdür.” [13]

Bu nedenle tıpkı yılmaz inatçılardan biri olan, saçma (absürd) ve trajik kahraman Sisifos gibi azimle inat edebilir, edebilmelidir insan. İnsan sadece doğal bir varlık olmadığı için, diğer canlılar gibi sadece doğa tarafından belirlenmediği için “insan olmak” için inat edebilir, içinde yaşadığımız dünyanın, “dünyaların en iyisi” olmadığını bilir ve başka bir dünyanın mümkün olduğu konusunda diretebilir.

İnsan ayrıca öfkelenir, başkaldırır; resim, müzik, edebiyat, felsefe yapar, değerler üretir. Ancak insan olmakta inat edenler, azimle diretenler bütün bunları gerçekleştirebilir ve tarihsel varlık alanına katkıda bulunabilirler. Dolayısıyla değerlerin yaratıcısı olan insandan umudu kesmemek ve bu canlıyı sevmek gerek. Çünkü tam da Temelkuran’ın dediği gibi “sokağa her çıktığında, her karşılaştığın insanda hatırlamak zorundasın mağara resimlerini yapan kadının çılgınlığını, binlerce savaştan sağ çıkan adamın buruk sevincini, İpek Yolu’ndan geçmiş kervanları, Nil kenarında yıldızları ezberleyen âlimleri, insanın olmak inadını…” [14]

15 soruda etik gazetecilik: Meslek ‘ahlâkı’ neden yetmiyor?

You may also like

Leave a Comment